top of page

Yeniden Başlamalı

( Bizim Hikayemiz - 23 )


Sened-i İttifak ile ülke içi çatışmaları çözmeye çalışan ve başarılı olamayan Osmanlı Devleti artık hem ülke içindeki hoşnutsuzlukları çözmek, hem de Batı ile ilişkilerine yönelik dış hamleler yapmak zorundaydı.


Tarihsel süreç Osmanlı Devleti'ne zorunlu bir dönüşümü dayatır hale gelmişti.


Bu ihtiyaç Tanzimat Fermanı'nı gündeme getirdi.


Tanzimat Fermanı Türk tarihinde batılılaşmanın ilk somut adımıdır.


Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane Parkı’nda okunması nedeniyle Gülhane Hatt-ı Hümayunu veya Tanzimat-ı Hayriye olarak da anılır.


Ferman doğru önlemler alınırsa, gerekli iyileştirmeler yapılırsa birkaç yıl içerisinde ülkenin düzeleceğini bildiriyordu.


Rüşvetin yasak olacağını, faydalı, nizami kanunların yapılacağını Müslüman ve Müslüman olmayanlara eşit olarak uygulanacağını bildiriyordu.


Can ve mal güvenliğinden söz ediliyordu.


Devlet adamları hala kul statüsündeydiler.


Bunlar için siyaseten katil ve müsadere söz konusuydu.


Müsadere 1826’da kaldırılmış olmakla birlikte Mustafa Reşit’i yetiştirmiş ve korumuş olan Pertev Paşa bir kızgınlık sonucunda 2. Mahmut tarafından siyaseten katlettirilmişti.


Yıllar sonra Mithat Paşa’nın Taif kentinde hapisteyken görevliler tarafından boğdurulması da siyaseten katil geleneğinin el altından uygulanmaya devam ettiğini gösteriyordu.


Tanzimat fermanı kul statüsüne son veriyor, en azından devlet adamlarına can ve mal güvenliği getiriyordu.


Tanzimat öncesinde kimi yerden asker alınıyor kimi yerden alınmıyordu ve askere gidenler de çok kez artık ömürlerini asker olarak geçiriyorlardı.


Askere alma şekli ve süresi halkı korkutmuştu.


Asker toplama memurları geldiği zaman gençler ya köylerinden kaçar ya da saklanırlardı.


Bu yüzden her bölgeden gerektiği vakit istenecek asker için bazı iyi usuller kabul edilmesi ve askerliğin dört ya da beş sene süre ile yürütülmesi gerektiği belirtildi fermanda.


Ferman büyük ölçüde bozulan kamu düzenini yeniden inşa etmeye yönelik ilkeler içermekteydi.


Tanzimat Fermanı taşıdığı olumluluklarla beraber geniş halk kesimlerinin hayatlarında kayda değer bir iyileştirme sağlamamıştır.


Tanzimat ve sonrasında yönetim gücü hep az sayıda kişinin elinde toplanmış halka ulaşamamıştır.


Fermanla Müslüman –Müslüman olmayan eşitliğinin getirilmesi önemli bir adımdı.


Tanzimat Fermanı Osmanlı’nın yarı sömürge durumuna düştüğü dönemde gündeme geldiği için, birçok ulusçu yazar tarafından hoş karşılanmamıştı.


Gerçekten de Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı bir zamanına denk gelmişti ve imzalanmasında Avrupa devletlerinin Osmalı Devleti üzerinde çok ciddi bir etkisi vardı.


Ancak tüm bunlara rağmen insan hakları, hukuk devleti, demokrasi mücadelesi için de bir başlangıçtı.


Fermanın Avrupa devletlerine resmen bildirilmesi, fermanın uygulanmasında onların da bir etkisi olacağını gösteriyordu.


Tanzimat paşalarından biri bu durumu şöyle özetliyordu.


Bir devlette iki kuvvet olur.


Biri yukarıdan biri aşağıdan.


Yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor.


Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkan yoktur.


Onun için biz yandan bir kuvvet uygulamaya muhtacız.


Osmanlı siyasi dinamiklerini çok güzel anlatan bu sözle, padişahın ne denli güçlü, halkın ne denli edilgin, devlet adamlarının ise ne denli çaresiz olduğu ifade ediliyordu.


Paşalar padişaha karşı bir ağırlık oluşturabilmek için düvel-i muazzamaya ( emperyal devletlere ) yaslanmak durumunda kalmışlardı.


Bazı paşalar İngiliz, bazıları Fransız bazıları Rus desteğinden yararlanıyordu.


Aslında tüm bu gelişmeler Osmanlı devletinin bağımsız bir devlet olmaktan çıktığını yarı bağımlı bir duruma geldiğini açıkça gösteriyordu.


Bu da bize Cumhuriyet tarihi boyunca sürekli tekrarlanan “tam bağımsızlık” söyleminin ne kadar önemli olduğunu hem de bağımlılık, sürekli dışarıdan icazet alma, ülke siyasetini dışarıdan alınan brifinglere göre belirleme siyasetinin köklerinin de aslında ne kadar derinlerde olduğunu gösteriyor.


Misak-ı Milli sınırları ile yetinemeyen bir zihniyetin, cumhuriyetçiliğin değerlerini anlayabilmesi için tarihe defalarca kez bakması gerekiyor.


Islahat Fermanı da Tanzimat Fermanı’na yönelik ihtiyacı doğruluyordu.


Müslüman olmayanları Müslümanlarla eşit kılacak ayrıntılı birçok hüküm içeriyordu.


Paris Antlaşması Osmanlı’nın Avrupa devletler hukukundan yararlanmasını ve toprak bütünlüğünün güvence altına alınmasını kararlaştırmıştı.


Aslında Osmanlı devletinin Avrupalı sayıldığı ve toprak bütünlüğünün korunduğu pek doğru değildi.


Kapitülasyonların kaldırılması talep edildiğinde söz konusu devletler tarafından duymazdan geliniyordu.


Toprak bütünlüğü ise büyük devletlerin oluru alındığı anda parçalanabileceği anlamına geliyordu.


Bu arada basın hayatında da önemli gelişmeler oluyordu.


İlk gazete devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi idi.


Gazeteciliğin asıl başlangıcı ise Agah Efendi’nin Tercüman-ı Ahval gazetesiydi.


Gazete haftalık olarak çıkıyordu ve Şinasi de burada yazıyordu.


Gazetenin tirajları düşüktü fakat mahalle kahvelerinde ve bazen de yüksek sesle mahalleliye okunduğu düşünülürse gazetelerin etki alanının tirajlarından daha fazla olduğu düşünülebilir.


Gazetelerin çoğalması beraberinde rekabeti getirdi ve ardından gazete kapama, para ve hapis cezaları gündeme geldi.


Yeni Anadolu'nun ilk önderleri siyasetçiler değil, şairler ve yazarlar oldu.


Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal çoğunlukla yeni edebiyatın en öndeki üç ismi olarak değerlendirildi.


Namık Kemal Türkiye’de iki düşüncenin en önemli temsilcisi olarak tanınır: Hürriyet ve vatan.


Birinci meşrutiyetin kapısını açan önemli etken mali bunalımdı.


Batıdaki özgürlük mücadelelerinde önemli dönüşümler de mali bunalım ortamlarının etkisiyle olmuştur.


Osmanlı devleti 1854’ten başlayarak Avrupa’dan borç almaya başladı.


Bu borçların küçük bir bölümü demiryolu yapımına giderken çoğu gereksiz harcamalara kullanılıyordu.


Abdülmecit’in kızı Fatma Sultan ile Ali Galip’in düğünü 15 gün sürmüş ve iki milyon altın harcanmıştı.


İktisadi ve askeri iflastan sonra mali iflas yaşanıyor, ülke git gide daha da bağımlı hale geliyordu.


Balkanlarda ayaklanmalar başlamıştı.


Tahta geçerse meşrutiyeti getirmeye söz veren Abdülhamit padişah oldu.


Yeni padişah anayasanın hazırlanmasını istedi.


Böylece hem söz verdiği vaadini gerçekleştirecek hem de Avrupa müdahalesinin yolunu kesmiş olacaktı.


Osmanlı toplumunun 1877’de seçimle gelen bir meclis toplayabilmiş olması ülkemizdeki demokrasi mücadelesi açısından önemli bir olayıdır.


Rusya’da seçimle oluşan ilk meclis 1906’da toplanabilmişti örneğin.


Nisan 1880’de İngiltere’de seçimleri Gladstone‘un partisi kazandı.


Parti açıkça Türk düşmanı olduğu için Abdülhamit' in meşrutiyeti yaşatacakmış gibi görünmesinin gereksiz olduğunu düşünmüş olmalıydı.


Siyasi hamleleri de bu yönde oldu.


Çözümü dışarıdan bekleyen yönetim erkini bir dizi hayal kırıklığı bekliyordu.


Bu nedenle yönetsel basınç daha fazla içe yöneldi.


1880’den itibaren Osmanlı Devleti yıldan yıla koyulaşan bir mutlakiyete, polis düzenine doğru kaymaya başladı.


Osmanlı Devleti açısından tarihsel nehrin suları azgınlaşıyor ve hızlanıyordu.


Ne kadar yüksek olduğu bilinmeyen şelalenin sesi artık çok daha gür duyuluyordu.


Canhıraş bir güvenlik algısı ile devleti

kurtarmak isteyenlerle devleti yeniden kurmak isteyenler arasındaki çizgiyi bu altyapı belirledi.


Toplumu yeniden kurmak isteyenler ise 150 yıl boyunca bir şiddet sarmalı içinde tekrar tekrar devlete itaat etmekle yok edilmek seçenekleri arasında arafta bırakıldılar.


Devrimci bir yol inşa etmek için ağır bedeller ödemek zorunda kaldılar.


Fakat itaat etmediler, teslim olmadılar, her kırımdan sonra YENİDEN BAŞLADILAR.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page