( Bizim Hikayemiz - 22 )
Osmanlıların askeri ilerleyişinin durmaya ve gerilemeye başladığı dönemlerde Osmanlı ile Avrupa ordularının eğitim ve donanım standartları arasındaki farklar açıkça görülmeye başlanmıştı.
Bir zamanlar savaş ve askerlik ile ilgili ilerlemelerin merkezinde olan Osmanlılar giderek merkezi rollerini yitirmeye başlamışlardı.
Türklerin Avrupa’dan alıp öğrenmeye can attıkları bilgi türü savaş sanatlarıyla ilgili olanlardı çoğunlukla.
Değişimin Anadolu'ya özgürlükle değil, güvenlikle geldiği söylenebilir bu yüzden.
Osmanlılar'ın 15. yy. başında kuşatma amaçlı top kullandıkları biliniyor.
2.Kosova savaşında ise tüfek kullanıyorlar.
Elde kullanılan ateşli silahlar yaklaşık olarak Avrupa orduları ile aynı zamanlarda ortaya çıkıyor.
Tüfekçiler, bombacılar, lağımcılar Osmanlı silah kuvvetlerinde çok daha önceleri merkezi bir rol oynamaya başlıyor.
Osmanlılar Avrupa’nın gemi inşası ve deniz muharebeleri ile ilgili tekniklerini alma konusunda da istekliler.
Venedik gemi yapımında model aldıkları ülke oluyor uzun bir müddet.
Bu denge hali yavaş yavaş Osmanlılar aleyhine bozulmaya başladıktan sonra bir olay değişimi kaçınılmaz bir zorunluluk haline getirdi.
Fransız Devrimi fikirlerinin Osmanlı’ya nüfuz etmesi 3. Selim'in askeri reformları ile başladı ve onun tahttan inmesiyle sona erdi.
Tüm dünyadaki gelişmelere muazzam bir etkisi olan devrim Anadolu topraklarında deyim yerinde ise çoban ateşi misali bir yanıp bir sönerek cılız kaldı.
Devrim fikri Anadolu'da yangına dönüşmeden söndü, söndürüldü çoğunlukla.
Devrimci fikirlerin Fransa’dan Osmanlı’ya geçmesini sağlayan kanalların başında askeri eğitim geliyordu.
Rönesans'tan beri Osmanlılar ve İslam dünyası savaş sanatı konusunda, özellikle mühendislik, seyir subaylığı, topçuluk gibi teknik alanlarda yenilikleri öğrenmeye istekliydi.
Hristiyan düşmanları tarafından bir dizi yenilgiye uğramış olmanın yarattığı etkilerle askeri donanımda modernizasyona gidilmesi ve ordunun daha iyi eğitilmesi gerektiğini düşünmeye başlamışlardı Osmanlılar.
Reformun amacı teknik donanım, eğitim ve kabiliyet açısından Osmanlı kuvvetlerinin çağdaş batılı orduların seviyesine çıkartmaktı.
Tüm bu tasarıların itici gücünü Fransız Hükümeti oluşturuyordu.
3. Selim tahta çıktığında Osmanlı Devleti'nin karşısında iki büyük sorun bulunuyordu.
Ayanlaşma ( Taşradaki Yönetsel Unsurlar ) sorunu doruk noktasına çıkmış ve artık ülke birliğini tehdit eder duruma gelmişti.
Hükümet asker ve vergi toplama işini ancak onlar aracılığıyla yapabiliyordu.
Diğer bir sorun yeniçeri askerleriydi.
Yeniçerilerin esnaflaşmasına göz yumulmuştu, böyle olunca da talime, eğitime ayıracak vakitleri yoktu.
Bu onların gevşemesine ve disiplinden kopmasına yol açtı.
Oysa ateşli silahların gelişmesiyle beraber talim, eğitim askeri disiplin daha da önem kazanmıştı artık.
Ayanların ve yeniçerilerin kontrol altına alınabilmesi için gerekli irade yönetsel açıdan gösterilemiyordu.
Dolayısıyla reform hareketlerinin temelini askeri gereklilikler oluşturuyordu.
1793 yılında Nizam-ı Cedit adıyla talimli, disiplinli ordunun ilk çekirdeği oluşturuldu.
3. Selim yeniçerileri ürkütmemek için çok dikkatli ve özenli davranıyordu.
Ancak yine de başarılı olamadı.
2. Mahmut'ta padişah olduğunda Nizam-ı Cedit benzeri olarak Sekban-ı Cedit ocağını kurdu.
Ayrıca bir diğer sorun olan ayanlar için 2. Mahmut onlara hak ve görevler vererek
resmiyet kazanmalarını sağlamak ve devletin dağılması tehlikesini önlemek istiyordu.
Ayanlarla yapılan görüşme sonucu Sened-i İttifak adını taşıyan bir belge düzenlendi.
Senet uygulama alanı bulsaydı ayanlık resmiyet kazanacaktı ancak uygulama alanı bulamadı.
En önemlisi Sened- i İttifak Osmanlı Devleti'nin ilk anayasası olacaktı.
Tarihteki demokratik ihtilallerin en önemli konusu olan vergi adaleti ve vergilerin danışılarak belirlenmesi ilkesi parlamenter bir başlangıç niteliğinde olacaktı.
Ayan ve devlet adamlarının cezalandırılmasıyla ilgili esas, insan hakları bildirgelerinin hukuk devleti için mücadelenin konusunu oluşturuyordu.
Bu durum Dünya'da esen özgürlükçü ve anayasacı rüzgarın bu topraklarda hafif bir esinti olarak hissedilmesini sağlıyordu.
Sözü edilen senet ile 1215’te İngiltere’de imzalanan Magna Carta arasında benzerlikler olduğu söylenir.
Ancak bu esintiler bile uzun sürmedi ve bir yeniçeri ayaklanmasıyla Nizam-ı Cedit’in kurulmasına ön ayak olanlar yakalanıp öldürüldüler ve 1826’ya değin askeri ıslahatlar gündeme gelemedi.
Yenilik ve değişim her zaman olduğu gibi statüsünün ve konumunun değişmesini istemeyenler tarafından geçici bir süre durdurulmuştu.
Yeniçerilerin yeniden ayaklanmasını aynı zamanda onların sonlarını da getirdi.
Vakay-i Hayriye harekatıyla ocak ortadan kaldırıldı.
Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla yeni bir ordu kuruldu.
Islahat yolu yeniden açılmış oldu.
1827’de Avrupa’ya ilk öğrenciler gönderildi ve Tıbbiye kuruldu.
1831’ de ilk gazete Takvim-i Vekayi çıkmaya başladı.
Babıali'de tercüme odası kuruldu.
Modern çağdaki ilk Osmanlı nüfus sayımı ve arazi ölçümü yapıldı.
Bu iki yeniliğin temel amacı silah altına alma ve vergilendirmeyi sağlamaktı.
Kadınlar silah altına alınmadıkları için sayıma da dahil edilmedi.
Harp Okulu ve ardından Mülkiye'nin kurulması çok önemliydi.
Bu okullardan mezun olanlar Osmanlı-Türk çağdaşlaşma hareketinin önderliğini yapacak tabanı oluşturacaklardı.
2. Meşrutiyet Devrimi'ni bu okullardan mezun olanların siyasal örgütü olan İttihat ve Terakki gerçekleştirecekti.
Eğitim sisteminin yetersizliğinin bir sonucu olarak yeni yüksekokullarda okuyacak yeterlilikte gençler bulunmadığı için bu okullar kendi ortaöğretim hatta ilköğretim birimlerini oluşturmak durumunda kalmışlardı.
Öyle ki Harbiye ilk mezunlarını ancak on dört yıl sonra verebilmişti.
Yeniçerileri ortadan kaldırmasından ölümüne kadar 2. Mahmut muazzam bir reform programı uygulamaya girişti.
Bu program on dokuzuncu hatta kısmen yirminci yüzyılın Türk reformcularının takip edeceği yolun ana hatlarını çizmiş oldu.
Artık Hürriyet talebi daha yüksek sesle dillendirilecek fakat tam olarak ne olduğu ve nasıl yaşanacağı ile ilgili kafa karışıklığı uzun yılar sürecek ve ağır bedeller ödenmesini gerektirecekti.
" Ya İstiklal, Ya Ölüm " noktasına gelmeden cumhuriyetçi yönelimler yolunu çok uzun bir süre bulamayacaktı.
Üstelik ortaya çıkan bu cumhuriyetin cumhuru da kendini hep yalnız hissedecekti.
Devlet babası tarafından kadife bir eldivenle bir sevilip, bir dövülen cumhur, vatandaş olmayı yurttaşlık sandığından, vergi vermek ve askere gitmeyi temel kabul etti.
Cumhur, yurttaşlığın temel hak ve sorumluluk ilkesini ve bu ilkelerin ilişkisini kavramadığından, en baştan beri Batı'nın tekniğini alıp felsefesini reddebileceğini düşünerek, süreci iyice karmaşık bir hale getirdi.
Anadolulu solcuların çoğunluğunun kendini marksist sanması ve liberal olduğunu kavramaması, vatanlarını ırmağının akışına ölecek kadar seven milliyetçilerin topraklarını yabancı maden şirketlerine peşkeş çekmeleri, dağlarını, sularını, kıyılarını, yaylalarını " Dış Güçlere " pazarlayan iman dolu zihinlerin kendini memleketin sahibi sanmalarının altında işte bu amorf başlangıç koşullarının belirleyiciliği yatıyor.
Özgürlük için yola çıkan hiç bir fikir güvenliğin konforunu kabul etmemelidir.
Bu nedenle bedeli ödenmemiş bir özgürlük düsüncesi olabileceği fikri aslında bir yanılsamadır.
Her şeyden önce özgürlük kavramının netleştirilmesi gerekir.
Engels'in dediği gibi " Özgürlük zorunluluğun bilncine varmaktır. "
Evet, özgürlük de emek ve cesaret ister.
Comments