( Biz Geleceğiz - 13 )
Sanat ve düşmanlık kavramları yan yana düşünülemeyecek kavramlar olmalarına rağmen dünya savaşı sırasında bir şekilde sanat bu düşmanlıklardan etkilenmişti.
Savaşın yıkıcılığı sanatın yaratıcı gücü üzerinde belirlenimlerde bulunmuştu.
Dünya savaşından sonra Fransa’da çok belirgin bir Alman düşmanlığı ve bunun sonucunda milliyetçi bir atmosfer oluşmuştu.
Geçmiş yenilgiler hafızalardaki yerini koruyordu.
Paris kuşatması Almanlara olan kinin tek nedeni değil ama önemli bir nedeni idi.
Kuşatma sırasında devrimcilerin kurdukları Paris Komünü ise tüm egemenlerin zihinlerinde yarattığı kabus etkisini sürdürmeye devam ediyordu.
Fransızlar uğradıkları yenilgilerin intikamını almak istiyorlardı.
Savaşların yarattığı düşmanlık sanat akımlarına karşı da bir düşmanlığı besliyordu.
Almanya’dan Fransa’ya yayılan Romantizm akımı ve ondan beslenen Modernist sanata karşı düşmanlığa dönüştü.
Her zaman olduğu gibi düşman olan vandal ve barbar olandı ve bu kültür işgaline izin verilmemeliydi.
Wagner, Nietsche, Schopenhauer, Hegel Fransız kültürünü Almanlaştıran, milli özünü bozan unsurlardı.
Modernist ve Avangard sanat hareketleri Empresyonizm, Sembolizm, Fütürizm, Fovizm, Kübizm Fransa'ya karşı yürütülen Alman manevraları olarak görülüyordu.
Düşmanın öncü birliğini ise Kübizm oluşturuyordu fakat Kübizm ile ileriki yıllarda barış imzalanacaktı.
Düşmanlık öyle boyutlara varmıştı ki Kübist koleksiyonerlerin eserleri Fransız hükümeti tarafından müsadere edilmişti.
Böylesine bir 'düşman işgali' karşısında, ünlü sanat tarihçisi ve müze direktörü Henri Focillon'un deyişiyle, "sanat savaşa katılmak zorundaydı".
Savaşın birçok cephesi vardı, sanat da bu cephelerden biri oldu.
Birlik duygusuna ihtiyaç vardı, bu aynı zamanda sanatta da bir karşı duruşu ifade edecekti.
Andre Lhote tarafından bir dergiye yazdığı yazısında dile getirdiği “düzene çağrı” ibaresi onunla özdeşleşen bir kavram haline geldi.
Andre Lhote Türk ressamların çok iyi bildiği, çoğunun hoca olarak yakından tanıdığı bir isimdi.
1922’de açtığı özel akademisi resme çalışmak için Paris’e gelen her yaştan ve her milletten insanların temsilcileriyle dolmuştu.
Usta bir ressamdı ama hocalığı ve yazarlığı sanatının önüne geçmişti.
Çağdaş bir ressamdı, akademizmden, dondurulmuş formüllerden nefret ederdi.
Eski sanata tutkundu ve aslında çağdaş bir klasisizm özlemi içindeydi.
Klasisizm, Rönesans’ın etkisiyle ortaya çıkan ve çoğunlukla edebiyat türündeki eserlere yansıyan bir sanat akımı.
Romantizme tepki olarak doğan akım aklı ve kuralcılığı ön plana çıkarmasıyla diğer akımlardan ayrılıyor.
Temellerini Rönesans aristokrasisinden alan klasisizm seçkin bir kitleye hitap etmesiyle biliniyor.
Düzene dönüş ya da düzene çağrı Fransa’da başladı ve zamanla etki alanı epey genişledi.
İki dünya savaşı arasındaki dönemi belirleyen, etkisi altına alan bir estetik politikalar bütünü haline geldi.
Modern sanata karşı klasik olana dönüşü ifade etti.
Sanat tarihinde çığır açan Cezanne gibi sanatçıların, Kübizm gibi hareketlerin yeniden yorumlanması ve Fransız Klasisizmine kazandırılması amaçlanıyordu.
Estetik anlayışında da klasiğe dönüş önemsendi.
Geometri, aritmetik, formlar ve sayılar.
Her şey ideaların kaynağındaki sayılardan çıkar ve sayılara döner.
Müzik, sanat, mimarlık, astronomi, fizik…
Güzellik kavramı sayılarla ve formlarla ilişkilendiriliyordu.
Kare veya daire formunda olan şeyler; pergel, cetvel ve gönyeyle form verilmiş yüzey veya cisimler güzeldi.
Düzene çağrı yapılmıştı ve bu çağrıya cevap veren estetik Platon ve Pythagoras’ın felsefesinin yansımasıydı.
Modernistler ve Avangardlar aklın yerine duyuya ve hayal gücüne öncelik vermişler kaos, kargaşa ve yıkıcılığa neden olmuşlardı.
Avangard askeri bir terim olup ordunun öncü kolu anlamına gelmekteydi.
1830 -1840 ütopyalar döneminde siyaset diline girmiş köklü dönüşümlerin önderleri anlamında kullanılmaya başlanmıştı.
Bu nedenle Avangard sanatçılar da öncü olmalı ve gelişmeyi teşvik etmeliydiler.
Yeni üslupların ve teknik icatların zenginliği sanatı ve sanat ortamını etkilemiş ve ifade özgürlüğü sağlamıştı.
Sanatçının kendine ve topluma yabancılaşmasıyla burjuva zihniyeti karşısında tavır almışlardı.
Avangard sanat modernizmle ortak bir evrime girmiş ve onunla özdeşleşmişti.
Andre Lhote işte bu Klasisizmi inşa hareketinin otoritesi olmuştu.
Sanatı form yapmak olarak tanımlamış bunun da geometri sayesinde olacağını vurgulamıştı.
Lhote eğer bir Fransız sanatçıysanız klasik değerlere bağlı olmak zorundasınız diyordu.
Bununla da Klasisizm bir anlamda milliyetçilik ideolojisinin bir aracı olduğunu ifade etmiş oluyordu.
Buna göre sayılar ve formlar birtakım oranlar içinde ilişki kurarlar.
Oranlara dayalı sayısallık mimarlıkta ve sanatta da kendini gösterir.
Oranlar arasında kutsal ve ideal olan altın orandır.
Matematik oranlara dayalı Rönesans estetiğinin alimi Vitruvius’un düsturunu paylaşırlar.
İlk olarak Mısır piramitlerinde anıtsallaşan Altın Oran'ı MÖ 4. Yüzyılda Öklit keşfetmişti.
Sanatta ve tabiatta altın oran güzelliğin ilkesi olarak kabul ediliyordu.
Dolayısıyla Dünya'daki her şey ideal yerinde ve ritmindeydi.
Değişim ve dönüşüm kaos ve yıkım demekti.
Hele devrimciler yeryüzündeki cehennemi istiyorlardı bu görüşe göre.
Neyse ki öncü müfrezeler, avangardlar hep var oldu, yenilseler de tekrar ayağa kalktılar her seferinde.
Yeniden avangard bir sanat için yollara düşme zamanı.
Comments