( Biz Geleceğiz - 14 )
Askeri bir terim olan Avangard, 19. yüzyılda ilk kez askeri dil dışında bir alanda, siyaset dilinde kullanılmaya başlanmıştı.
Modern düşünce sisteminin temelini oluşturan bir akımın adı olarak 20. yüzyılda sanat alanına da geçmiş ve avangard akım sanatta çok büyük değişime sebep olmuştu.
Bu terimi sanat alanında kullanan ilk kişi Saint Simon’dur.
Terim daha sonra devrimci siyasi hareketlerin kullanım alanına girdi.
Sanat bilimciler 20. yüzyılın ilk yarısını Avangard, ikinci yarısını ise Modernizm olarak ayırıyorlar.
Avangard Rus İmparatorluğu ve Sovyetler Birliği'nde ortaya çıkan büyük ve etkili bir modern sanat dalgasıydı.
Özellikle 1917 Ekim Devrimi’ni izleyen yıllarda Avrupa’daki klasisist/realist geleneğe başkaldıran hareketler üzerindeki etkisi gayet güçlüydü.
Rus sanatçılar 20. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak Paris akademilerinde dersler vermeye başladı.
Fütürizm, süprematizm, yapıcılık, konstrüktivizm gibi birçok ayrı ama ayrılamaz şekilde birbiri ile ilişkili olarak ortaya çıkmış sanat hareketlerini içerdi.
Birçok avangard sanatçı Malevich, Aleksandra Ekster, Vladimir Tatlin, Kandinsky, Belarus veya Ukrayna sınırında doğmuş veya yaşamıştı.
Bu yüzden bazı kaynaklar Ukrayna avant-garde terimini kullanmaktadır.
Rus avantgard sanatı en yaratıcı ve popüler düzeyine 1917 ve 1932 yılları arasında erişmişti.
Avangard sanat kavramı, aynı zaman diliminde birçok ülkede ortaya çıkmış, ama Rusya’da Ekim devrimine paralel olarak varlık göstermiştir.
Ekim devrimiyle birlikte Bolşevikler, kendilerini üretimleriyle destekleyen Rus avangard sanatçılara, sanat kurumlarında önemli görevler vermişlerdi.
Bu ayrıcalık Rus avangard sanatının, diğer ülkelerdeki avangard akımlardan çok daha etkin ve geniş bir faaliyet alanı bulabilmesine olanak verdi.
1917 Ekim Devrimiyle Sovyetlerde sanat kurumlarının yönetimi Rus avangardını oluşturan Maleviç’in önderliğindeki süprematistlerle, Tatlin’in başını çektiği konstrüktivistlere bırakıldı.
Süprematizm “soyut sanatın üstünlüğünü, büyüklüğünü, tanrısallığını " ifade ediyordu.
Sanat artık hayatın içinde ve her an ve her yerdeydi.
Her mekan sahne olabiliyordu.
Soylu ve burjuva sanat anlayışının dışında, kolektif bir sanat anlayışı önem kazanıyordu.
Rus avangard sanatı, burjuvanın sanatı egemenlik altına almasına ve aristokrasinin sanatsal beğenilerine karşı çıkıyordu.
Eski sanat anlayışını tümden yıkmak isteyen güçlü bir tepki olarak doğmuştu.
Batı sanat dünyası da, kendi döneminin çok ilerisinde üretmiş olan Rus avangard sanatını ve sanatçılarını tanımış ve onlardan etkilenmişti.
Rus avangardının çıkış noktasının sanat piyasasından bağımsız olduğunu söyleyebiliriz.
Avangard sanatı bireyi asla öne çıkarmadan kolektif örgütlenmelerle yaratıldığını, sanatçıların kendisi için de ürünün tek başına bir anlam ifade etmediğini ve sunumunun da atölye ve laboratuvarlar şeklinde tasarlanarak bir bütün olarak hayatı dönüştürme amacını taşıdığını vurgulamak gerekiyor.
Konstrüktivizm, Rusya’da ortaya çıkan üçüncü büyük sanat akımıydı.
Sanatçılar tiyatro, grafik tasarım alanında çalışmalar yapıyorlardı.
Kitap kapakları, yeni mobilyalar, yeni dokumalar üreterek yepyeni, pratik geometrik formlara dayanan ancak değerli ve uygulanabilir kalan bir estetiğe ulaşıyorlardı.
Sovyet Rusya’nın oldukça özgür olduğu bir dönem ve sanatsal deneylerden elde ettikleri tüm tecrübeleri kişisel amaçlar için değil üretim için kullanmaya ve pratik alanda kullanılır hale getirmeye çalışıyorlardı.
Almanya Rus avangardları için çok önemliydi, burada sıkça sergileri açılır, yayınları çıkarılırdı.
Kandinski’nin " Sanatta Ruhsallık Üzerine ' kitabı avangard sanatın önemli yayınlarından biriydi.
Rus ve Alman avangardları arasındaki işbirliği sonucunda bir enternasyonel kurulması tasarlandı.
Yeni sanatın ilerici gücünün birliği hedefleniyordu bu çabayla.
Bu fikir Maleviç, Kandinski, Tatlin, Puni gibi öncüler tarafından desteklenmekteydi.
Rus avangardını kuran sanatçıların en köklü etkisi, uluslararası modernizmin okulu Bauhaus üzerinde olmuştu.
Bauhaus, kuruluş döneminde, 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Rusya’da kapatılan akademi ve müzelerin yerine açılan “Sanatsal Kültür Enstitüleri”nin programlarını, politikalarını benimsemişti.
Kandinski programını 1921’de davetli olarak gittiği Bauhaus’ta da uyguladı.
Bauhaus mimaride olduğu kadar endüstriyel tasarım ve şehir planlama gibi konularda yenilikler getirmiş, yeni bir mimari akım yaratarak, sanatın tüm dallarını etkilemişti.
Bauhaus'un kuruluşundaki ilk hedef bir mimarlık okulu, zanaat okulu ve güzel sanatlar akademisi yaratmaktı.
Daha fonksiyonel, ucuz ve kalıcı ürünlerin üretildiği bir stil hedefliyorlardı.
Kurucuları Walter Gropius sanat ve zanaatı birleştirerek, fonksiyonel ve sanatsal ürünler yaratmak istiyordu.
Bauhaus'a göre mimarlık, ressamlık, heykeltıraşlık ve zanaatkârlık iç içe olmalıydı.
Gropius sanatçıyı, zanaatkarın yücesi olarak görürdü.
20. yüzyılda batı dışındaki ülkelerde Latin Amerika başta olmak üzere sömürgecilik karşıtı ayaklanma ve devrimler yaşanıyordu.
Her birinde avangardist teknikler ülkelere özgü koşullara uyarlandı.
Brezilya’da ve Nikaragua’da avangardizm emperyalist güçlere meydan okuyabilecek ulusal kültürler yaratmak üzere yerli ve etnik geleneklerle birleşti.
Sovyet yönetimlerinin giderek daha otokrat hale gelmesiyle bu özgürlük ve üretim dönemi yavaş yavaş gerilemeye başlayacaktı.
Bir süre sonra bu sanat akımı tamamen devlet kontrolüne geçecek tıpkı Fransa’da olduğu gibi kendi özüne, geleneklerine sarılan bir sanat anlayışına evrilecekti.
Sanatın kitleselleşme ve eleştiriye açık potansiyeli kendi başına buyruk olarak görülecek ve rahatsızlık yaratacaktı.
Avangard sanatın müzelerde sergilenmesi yasaklanacaktı.
Öncüsüz kalan sanat fırtınadaki yelkensiz bir gemiydi artık.
Bizi yüceltmek isteyen bu sanat akımı, ortalama, alelade ve felsefesiz sanat eliyle yok edilmeye çalışıldı.
Ve şimdi sanat yeni öncülerini, avangardları bekliyor yeniden.
留言